16 Şubat 2011 Çarşamba

Ahir Zamanın Büyük Mehdisi Tüm Görevlerini Yerine Getirdikten Sonra Hz. İsa (a.s.) ile Buluşacaktır

Ahir Zamanın Büyük Mehdisi Tüm Görevlerini Yerine Getirdikten Sonra Hz. İsa (a.s.) ile Buluşacaktır
Hz. İsa (a.s.)’ın nüzulü ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın zuhuru yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli olaylardır. Nitekim rivayetlerde bu mübarek şahısların çıkış alametleri olarak bildirilen olayların hepsi hadislerle mutabık bir şekilde ve art arda gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam etmektedir. Kuşkusuz bu durum, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın çok yakında buluşacaklarının da müjdesini vermektedir. Ancak Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Mehdi (a.s.)‘ın buluşması için öncelikle Hz. Mehdi (a.s.)’ın Yüce Allah’ın kendisine Peygamberimiz (sav)’in hadisleriyle yapmasını bildirdiği görevleri yerine getirmesi gerekmektedir. 


  • “Ahir zamanın Büyük Mehdisi”nin görevleri nelerdir?

  • Hicri 1400 yılına gelene kadar geçen süredeki müceddidler neden “ahir zamanın Büyük Mehdisi” olamazlar?

  • Bediüzzaman Hazretleri’nin “ahir zamanın Büyük Mehdisi” ve görevleri ile ilgili görüşleri nelerdir?

  • Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın buluşması nasıl olacaktır?

    Peygamberimiz (s.a.v.)‘in sahih hadislerinde Hz. İsa (a.s.)’ın Hz. Mehdi (a.s.) ile aynı dönemde ortaya çıkacakları ve İslam ahlakını tüm dünyada yerleşik kılma amacıyla birlikte mücadele edecekleri bildirilmiştir. Pek çok sahih hadiste yer alan bu bilgiler, Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Mehdi (a.s.)’ın ortaya çıktıkları dönemde bir araya geleceklerini ve karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını göstermektedir. Ancak bu büyük ve tarihi buluşma henüz gerçekleşmemiştir ve tüm dünya Müslümanları tarafından beklenmektedir. Bu durum da bizlere, Hz. Mehdi (a.s.)’ın geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olamayacağını gösteren önemli delillerden biridir. Çünkü Hz. İsa (a.s.) henüz ortaya çıkmamış ve tüm dünyanın şahit olacağı bu birliktelik henüz gerçekleşmemiştir.

    Ahir Zamanın Büyük Mehdisi, Üç Görevi Aynı Anda Yapacaktır

    Büyük İslam alimi Bediüzzaman Hazretleri Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadisleri şerh ederek “ahir zamanın Büyük Mehdisi”nin üç büyük görevi olduğunu şöyle bildirmiştir:

    Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ’NİN (A.S.M.) (Peygamberimiz (s.a.v.)‘in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ (A.S.)’DA VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)

    Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi (a.s.)’ın üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi (a.s.)’ın en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı ve kendisinden önceki müceddidlerin yaşadığı dönemlerde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi (a.s.)’ın gerçekleştirebileceğini söylemektedir.

    Hz. Mehdi (a.s.)’ın Birinci Görevi, İnsanları Tabiiyun, Maddiyun Felsefesinin (Darwinist, Materyalist ve Ateist Felsefelerin) Etkisinden Kurtarmak ve İmanlarına Vesile Olmak Olacaktır

    Hz. Mehdi (a.s.) tüm yeryüzünde din ahlakının hakim olmasına vesile olacak kişidir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın ilmi mücadelesinin ilk aşaması materyalist, ateist, Darwinist düşünceleri temelden yıkmak ve Yaratılışı ispat etmek olacaktır. Zira Hz. Mehdi (a.s.)’ın ortaya çıkacağı ahir zamanın en önemli özelliklerinden birisi inkarcı, ateist, materyalist düşünce ve akımların çok yaygın olması, bu nedenle insanların büyük çoğunluğunun din ahlakından uzak olmalarıdır. Bediüzzaman Said Nursi de, ahir zamanın en önemli tehlikelerinden birinin ateist felsefeler olacağını bildirmiş, özellikle Darwinist ve materyalist felsefelerin ateizme zemin hazırlayacaklarına şöyle dikkat çekmiştir:

    Ve onun (Hz. Mehdi (a.s.)’ın) üç büyük vazifesi olacak: Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyun ve tabiiyun taunu (Darwinizm, materyalizm ve ateizm salgınının), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla), herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYUN FİKRİNİ (materyalist felsefeyi) TAM SUSTURACAK BİR TARZDA İMANI KURTARMAKTIR. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... 
    (Emirdağ Lahikası, s. 259)

    Sayın Adnan Oktar Hz. Mehdi (a.s.)’ın materyalist felsefeyi yıkacağını Bediüzzaman Hazretleri’nin sözleri doğrultusunda şöyle açıklamıştır: 

    ADNAN OKTAR: “İkinci cereyan ise: Tabiiyun, maddiyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne,” Arkadaşlarım bana soruyorlar, insanlar, “bize deccali açıklar mısın?” diyorlar. Bediüzzaman nasıl açıklıyor deccali? Bak çok özlü ve çok net açıklıyor Bediüzzaman, hiç detaya girmeden. “Tabiiyun, maddiyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne.” Deccaliyet nedir diyoruz, bakın tek cümleyle cevap veriyor Bediüzzaman. “Tabiiyun, maddiyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne.” “Deccal budur” diyor, yani Darwinizm ve materyalizm, o kadar. Darwinizmi ve metaryalizmi kim yıkıyorsa Mehdiyet odur. Olay bu, Bediüzzaman da aynısını söylüyor. Dünyadaki hal de onu gösteriyor. Çünkü bakın Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in zamanından çok daha evvellere Hz. Adem (a.s.) devrine kadar gidelim. Hz. Adem (a.s.) devrinden bu yana böyle bir küfür hakimiyeti dünyada hiç olmamıştır, ilk defa oluyor. Şimdi bizim deccali tanımamız için neyi görmemiz lazım? Dünyada görülmemiş derecede küfrü hakim etmesi gerekiyor, hiç görülmemiş derecede. Dünya tarihine bakıyoruz; Hz. Süleyman (a.s.) devrine, Hz. Zülkarneyn devrine, başka devirlere, peygamberlerin bütün devirlerine bakıyoruz, hiçbir devirde böyle bir olayla karşılaşmıyoruz. Yani bu kadar geniş çaplı, bu kadar ezici, bu kadar kan döken, bu kadar binalar yıkan, bu kadar insanları mutsuz yapan, bu kadar insanları ahlaki çöküntüye götüren hiçbir cereyan olmamış. Bir tek Darwinizm’de bunu görüyoruz. O zaman dev delil oluşmuş oluyor elimizde, yani kaşı gözüyle alakası olmayan dev bir delil. Anlıyoruz ki bu deccaliyet. Şimdi Mehdiyet için de; Hz. Mehdi (a.s.)’ın eşkali vardır, detayları vardır, ama Hz. Mehdi (a.s.) denen muhterem zat arkadaşlarıyla beraber Darwinizmi, materyalizmi dünyada yıkıyor...” (2 Ekim 2010, Kahramanmaraş Aksu ve Gaziantep Olay TV)

    Hz. Mehdi (a.s.)’ın Siyaset, Saltanat ve Diyanet Alanında Görevleri Olacaktır

    Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’ın yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİ”si unvanını alamadıklarını belirtmiştir. Bediüzzaman Hazretleri “ahir zamanın Büyük Mehdisi”nin bu özelliklerine Şualar adlı eserinde şöyle dikkat çekmiştir:

    Ahir zamanın Büyük Mehdisi’nin Allahu alem hakkaniyetle, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: BÜYÜK MEHDÎNİN ÇOK VAZİFELERİ VAR. VE SİYASET ÂLEMİNDE, DİYANET ÂLEMİNDE, SALTANAT ÂLEMİNDE, CİHAD ÂLEMİNDEKİ ÇOK DÂİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ, her bir asır, ümitsizlik zamanında manevi gücünü teyid edecek bir nevi Mehdîye veyahut Mehdînin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî âl-i Beytten çıkmış, soyunun şeriatını muhafaza ve sünnetini hayata döndürmüş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbâsî ve diyanet âleminde Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri VE ŞÂH-I NAKŞİBEND (Nakşibendî tarikatının kurucusu Şeyh Muhammed Bahaüddin). VE aktâb-ı erbaa (A. Geylânî, Ahmed-i Bedevî, Ahmed-i Kutâî, Seyyid İbrâhim Dessûkî) VE ON İKİ İMAM GİBİ BÜYÜK MEHDÎNİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ YERİNE GETİREN ZATLAR dahi, Hz. Mehdî (a.s.) hakkında gelen rivâyetlerde, göz önünde bulundurulması gereken Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan, rivayetler ihtilâf ederek, gerçeği bulmak isteyen bazı kişiler demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nur’da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki: Dünyada dayanışma içinde olan hiçbir hanedan ve tevafuk eden hiçbir kabile ve aydın hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, ÂL-İ BEYTİN HANEDANINA VE KABİLESİNE VE CEMİYETİNE VE CEMAATİNE YETİŞEBİLSİN. 
    (Şualar, 509)

    Sayın Adnan Oktar, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Hz. Mehdi (a.s.)’ın siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç görevi olduğunu, bu üç görevi aynı anda yapan kişinin Büyük Mehdi olacağını söylediğini şöyle anlatmaktadır:

    ADNAN OKTAR: “Büyük Mehdi olmanın şartlarını, Bediüzzaman’a sormak lazım. Bediüzzaman’a nasıl soracağız? Risale-i Nur Külliyatı’nı açacağız, “Üstad’ım, siz bu konuda ne demiştiniz?” diyeceğiz. Üstad bize, Risale-i Nur’dan kalbimizdeki bir ses şeklinde cevap verir. Açtın mı orada yazıda görürüz. Ne diyor Bediüzzaman? “Sabık Mehdiler, diğer eski Mehdilerin özellikleri şudur: ya siyaset aleminde, ya diyanet aleminde, ya saltanat aleminde gelmişlerdir” diyor. Bir yönde gelmişlerdir. Mesela Bediüzzaman; “ben diyanet yönünden geldim” diyor. Bir başkası mesela Mehdi-i Abbasi siyaset yönünde geliyor. İmam-ı Rabbani diyanet yönünde, Abdulkadir Geylani diyanet yönünde. Fakat bunların her biri ayrı ayrı bir yönde geliyorlar. Ve “bir cihette” diyor Bediüzzaman. “Bir yönde ve bir cihette.” Mehdi (a.s.) ise diyor, bunların tamamını; yani “hem diyanet, hem saltanat, hem siyaseti; tamamını aynı kişinin yapması konumunda o büyük Mehdi olur” diyor. Yani hem diyaneti yapması lazım, hem saltanatı, hem siyaseti. Eğer yine sadece diyanet yönünde gelirse, Bediüzzaman gibi bir Mehdi olur. Yahut Abdulkadir Geylani gibi Mehdi’lerden bir Mehdi olmuş olur. Eğer sadece siyaset yönüyle gelirse, sadece siyasetle ilgilenen bir Mehdi konumundaysa, Mehdi-i Abbasi gibi sadece siyaset yönüyle bir Mehdi olmuş olur. Veyahut saltanat yönüyle gelirse de, sadece saltanat yönüyle eskiden gelen Mehdiler gibi bir Mehdi olur. Ve Büyük Mehdi (a.s.) olması mümkün değil o zaman. Büyük Mehdi olmanın şartını Bediüzzaman, “üçünü de aynı şahsın yapması durumunda olur” diyor Bediüzzaman. Yani bazı kardeşlerimiz diyorlar ki; gelecek Mehdi üç parçalıdır, üç kişiden oluşacaktır. Biri diyanet Mehdisidir, biri saltanat Mehdisidir, biri siyaset Mehdisidir, Bediüzzaman’dan sonra. Zaten o zaman Bediüzzaman’ın dediği yine oluşmamış oluyor. Yine onlar diğer Mehdiler konumuna gelmiş oluyorlar. Çünkü üçünü bir arada yapmış olmuyorlar. “Üçünü bir arada yapan Büyük Mehdi’dir” diyor Bediüzzaman. Ayrı ayrı yapınca eski Mehdilerin devamı olmuş olurlar. Arada bir fark olmamış olur. Halbuki burada bir olağanüstülük var. Bediüzzaman, “hiç tarihte böyle bir şey olmadı, ilk defa olacak. Hem diyanet, hem saltanat, hem siyaset aleminde Mehdilik yapma görevi ilk defa olacak” diyor. Hz. Mehdi (a.s.)’da toplanacak, şahsında...” (24 Nisan 2010, Kahramanmaraş Aksu TV)

    Hz. Mehdi (a.s.)’ın Saltanat, Siyaset ve Diyanet Alemindeki Görevleri Arasında İslam Birliğini Sağlamak Vardır

    Üstad, Hz. Mehdi (a.s.)’ın saltanat, siyaset ve diyanet alemindeki vazifelerinden birinin İslam birliğini sağlamak olduğunu açıklamıştır. Hz. Mehdi (a.s.), halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (s.a.v.)‘in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri eserlerinde bu konuyu şöyle vurgulamıştır:

    “İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile (Peygamberimiz yerine halife olarak) Seair-i İslamiye’yi (İslam’ın esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır). Alem-i İslam’ın vahdetini (İslam aleminin birliğini)nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-i İlahiden (Allah’ın gazabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular lazımdır.” (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    “Hz. Mehdi (a.s.)’ın ikinci vazifesi ise, Hilafet-i Muhammediyye ünvanı ile Seair-i İslamiye’yi (İslam’ın esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır).” 
    (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile...

    - Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi (a.s.)’ın İslam dünyasının lideri olacağını söylemiştir. Ayrıca bu makamı da ‘unvan’ olarak tarif ederek, tüm Müslümanların Hz. Mehdi (a.s.)’ı o makama layık kişi olarak tanıyacağına da işaret etmiştir.

    Alem-i İslam’ın vahdetini (İslam aleminin birliğini)...

    - Bediüzzaman, kendi devrinde de bir birliktelik içinde olmayan İslam ülkelerinin birleşerek İslam birliğini oluşturacaklarını söylemiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.

    Milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular...

    - Bediüzzaman, Hz. Mehdi (a.s.)’ın bu görevini yaparken, yardımcıları da olacağını bildirmiştir.

    Sayın Adnan Oktar Hz. Mehdi (a.s.)’sız İttihad-ı İslam olmayacağını şöyle açıklıyor:

    ADNAN OKTAR: “Bakın net söylüyorum, Mehdiyet çağındayız, Hz. Mehdi (a.s.) da doğru, İttihad-ı İslam da doğru. Bir kere İttihad-ı İslam’ı her savunan, mutlaka ve mecburen Hz. Mehdi (a.s.)’ı savunur. Zaten Hz. Mehdi (a.s.)’sız İttihad-ı İslam nasıl olur bana bir söylesinler. Hiç kimse aksini iddia edemez. İttihad-ı İslam Hz. Mehdi (a.s.)’sız imkansızdır, mümkün değildir. Hiçbir Şii, Sünni bir imamın, bir liderin etrafında birleşmez. Hiçbir Sünni de Şii bir lideri kabul etmez. Bu bitmiştir o zaman, İslam aleminde birleşmenin olmayacağı kesin. Bu ancak Hz. Mehdi (a.s.) iledir, çünkü Hz. Mehdi (a.s.) bütün mezhepleri kaldırıyor, mezheplerin üzerinde. Ama tabii kendilerinin Mehdileri olabilir. Mesela şu an küçük küçük yüzlerce Mehdi var, yüzlerce müceddid var. Her grubun kendi müceddidi, kendi Mehdi’si var adeta, öyle değil. Hz. Mehdi (a.s.) bütün dünyanın imamı, Hristiyan ve Musevilerin de imamıdır, hepsinin imamı oluyor. O yüzden oradaki ibare geçtiğinde, İttihad-ı İslam’ı duyduğunuzda, bilin ki Hz. Mehdi (a.s.)’dan bahsediliyor demektir.”
     (13 Aralık 2010, Adıyaman Asu TV)

    Sayın Adnan Oktar Samsun Aks TV’deki röportajında İttihad-ı İslam’ı gerçekleştiren Zatın Büyük Mehdi olacağını şöyle anlatmıştır: 

    ADNAN OKTAR: Her yer asrın müceddidi doldu. Fas’ta ayrı, Tunus’ta ayrı, Cezayir’de ayrı, Pakistan’da ayrı, her yer asrın müceddidleriyle dolu. Asrın müceddidi bir tane olur ve o bütün Müslümanların üzerinde bir müceddidtir. Hanefilerin, Hanbelilerin, Malikilerin, Şafilerin, Şiilerin, Caferilerin, Vahhabilerin ve diğer mezhep sahiplerinin tamamının müceddidir. Onun adı Muhammed Mehdi (a.s.)’dır. Bunu Peygamber Efendimiz (s.a.v) müjdelemiş. Bunun dışında öyle parça parça bölünmüş müceddidler olmaz. Asrın müceddidleri olmaz. Asrın müceddidleri savaşı var, böyle şey olur mu? Herkes kendi bölgesinde asrın müceddidliğini ilan ediyor, “ben ilan ettim oldu” diyor. “Ben yaptım oldu” diyor. İşte “bize yüz kişi biat etti” diyor. Yüz hoca müceddid olduğunu ilan etti, bize üç yüz hoca, öbürüne dört yüz tane hoca. Kardeşim milyonlarca hoca var. Milyonlarca Müslüman var. Herkes bölgesinde bir tane müceddid ilan ederse ne olur? Özenti ve anormal bir tavır gösteriyorlar. Müceddidin özelliği; bütün İslam alemini toplayıp deccaliyeti ezip yok etmesidir. Zavallı müceddid olmaz, gariban müceddid olmaz, ezilmiş müceddid olmaz, kimsenin tanımadığı müceddid olmaz. Müceddid dediğin yeri göğü inletir, dünyayı inletir. Küfre diz çöktürür, küfür onun altında pestil gibi ezilir, biz bu kişiye asrın müceddidi deriz. Zavallılardan, garibanlardan müceddid olmaz, cahil cüheladan müceddid olmaz. Ama tabii ki değerli alimlerimiz vardır, büyüklerimiz vardır, Ehl-i Sünnet alimleri vardır, onlar müceddidlerdir. Bak, müceddid değil, müceddidlerden biridir. Onlar başımızın tacı. Her yerde vardır İslam aleminde. Kimini üç yüz hoca destekler, kimini beş yüz hoca destekler, kimini bin alim destekler. Tabii ki onların alimlerden oluşan bir talebe topluluğu vardır, o talebe topluluğu da tabii ki o hocalarını desteklerler. Biz iftihar ederiz. Bu güzel ama bütün bu alimler Hz. Mehdi (a.s.)’a bağlıdırlar. Hz. Mehdi (a.s.) olmadan, o zaman İslam alemi paramparça olur.

    Nasıl bir müceddid ki bütün Müslüman alemini paramparça ediyor. O paramparça parçalardan bir tanesi; yani şarapnel parçası gibi, İslam alemi parçalanmış, bir şarapnel parçası gibi yere düşmüş, “ben müceddidim” diyor. Binlerce şarapnel parçası var, olmaz öyle. O parçaları toparlayıp bir araya getiren kişiye Hz. Mehdi (a.s.) denir. “Asrın müceddidi” denir. Birleştiremiyorsa müceddid değildir. Birleştiremeyip bilakis bölüyorsa belirli bir grubun, belirli bir hizbin hocasıysa değildir. Ama hizmet ediyordur, hizmeti başımızın üzerine, o çok güzel. Tabii ki böyle olacaktır. Hz. Mehdi (a.s.)’ın zamanında değerli mücceddidler, alimler olacaktır. Bediüzzaman ne diyor?

    “Bütün ulema ve evliyanın, bilhassa Ehl-İ Beyt’ten fedakar milyonlar seyyidlerin iltihaklarıyla o “vazife-i uzma”yı yapmaya çalışır” diyor. Demek ki o devirde büyük müceddidler, büyük alimler olacak Hz. Mehdi (a.s.) devrinde. Her devrin, her bölgenin, her şehrin, her memleketin, her mezhebin, her tarikatın büyük alimleri, büyük müceddidleri Hz. Mehdi (a.s.)’da ittifak edecekler. Ve asrın müceddidi olan Mehdi (a.s.)’a tabi olacaklar.”
     (30 Aralık 2010, Samsun AKS TV röportajından)

    Hz. Mehdi (a.s.)’ın Saltanat, Siyaset ve Diyanet Alemindeki Görevlerinden Biri de Kuran Ahlakını ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in Sünnetini Yeniden Canlandırmaktır 

    Büyük Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Mehdi (a.s.)‘ın üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın bu görevi, tüm dünyada küfrün hakim olmasıyla değiştirilen birçok Kuran hükmünün, bütün Müslümanların ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in soyundan gelen seyyyidler cemaatinin yardımıyla gerçekleştireceğini bildirmiştir:

    O ZATIN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ, HİLAFET-İ İSLAMİYEYİ İTTİHAD-İ İSLAM’A BİNA EDEREK (İslam halifeliğini İslam birliğinin üzerine kurarak), İsevi Ruhanileriyle (Hristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (birlik olup) DİN-İ İSLAMA (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa’şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında (halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli) görünüyorlar. 
    (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)

    Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerde de Hz. Mehdi (a.s.)’ın Kuran ahlakını hakim kılacağı ve diğer Kutsal Kitapların orijinalleri ile de Kitap Ehline hükmedeceği bildirilmiştir. 

    Hz. Ali (a.s.), Hz. Mehdi (a.s.)’ın kıyamının getirdikleri hakkında şöyle buyurur:

    HALKIN KİŞİSEL REYLERİNİ, YORUMLARINI BOŞ VERİR; KURAN’IN HÜKMÜNÜ İCRAYA BAŞLAR.
     (Mikyalu’l Mekarim c.1, s.81)

    “Hazretleri (Hz. Mehdi (a.s.)) Tevrat’ı ve diğer Kitapları, Antakya’da bir mağaradan çıkartacak ve TEVRAT EHLİNE TEVRAT İLE, İNCİL EHLİNE İNCİL İLE, ZEBUR EHLİNE ZEBUR İLE VE KURAN EHLİNE KURAN İLE EMREDECEKTİR...” 
    (Kemal-ud Din, Bihar-ül Envar)

    Sayın Adnan Oktar Hz. Mehdi (a.s.)’ın diyanet alemindeki faaliyetlerini şöyle anlatmıştır:

    ADNAN OKTAR: Tarikatların, Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkmasıyla beraber hükmü kalkar. Hz. Mehdi (a.s.)’ın saltanat merkezi, eski saltanat merkezi İstanbul’a gelmesiyle adım atmasıyla beraber, hükmü kalkmış olur. Yani o büyük ateş çıktı İstanbul’dan, 1979 yılında. Kabe’de baskın yapıldı. İşte o devirlerde tarikatlardan alındı emanet, hepsi alındı ve Hz. Mehdi (a.s.)’a verildi. Allah’ın Hadi ismi artık onda tecelli ediyor dünyada şu an. “Biz Hz. Mehdi (a.s.)’a, biat ettiğimizi gönlümüzden geçirsek, biat etmiş olur muyuz? Biat için bir şart var mıdır?” Biat denince şimdi insanların, birçok şey akıllarına gelir. Biat demeyelim de, Hz. Mehdi (a.s.)’ı sevmek, ona yardımcı olmak, İttihad-ı İslam’ı istemek, Türk İslam Birliği’ni istemek, onun için gecesini gündüzüne katarak, canından vazgeçerek, ailesinden vazgeçerek, hayatın sosyal yanlarından vazgeçerek, var gücüyle gayret etmektir. Çünkü bazı aileler İttihad-ı İslam’ı istemez, Türk-İslam Birliği’ni istemez.” (02 Ocak 2011, Kanal Avrupa ve Çay TV)

    Hz. İsa (a.s.)’la Namaz Kılacak Olan Kişi “Ahir Zamanın Büyük Mehdisi”dir

    Hz. İsa (a.s.)’ın ortaya çıktığı dönemde Hz. Mehdi (a.s.), Darwinizm ve materyalizm gibi Yaratılış karşıtı düşünceleri tamamen ortadan kaldırmış, Peygamberimiz (s.a.v.)‘in halifesi yani İslam aleminin manevi lideri sıfatıyla dünya çapındaki tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği’ni sağlamış olacak ve bu birliğin başında manevi lider konumunda bulunacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.)‘in pek çok sahih hadisinde Hz. İsa (a.s.)‘ın da bu dönemde ikinci kez yeryüzüne geleceği; Hz. Mehdi (a.s.) ile birlikte namaz kılacağı ve Hz. İsa (a.s.)’ın “imamlık sana verilmiştir” diyerek Hz. Mehdi (a.s.)’ı imamlığa bizzat kendisinin geçireceği bildirilmiştir. Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşecek olan bu olay Hz. Mehdi (a.s.)’ın tüm görevlerini yerine getirdiğinin ve “Ahir zamanın Büyük Mehdisi” olduğunun da kanıtı olacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bu kutlu olayı müjdeleyen hadislerinden bazıları şöyledir:

    “İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa (a.s.) sabah vaktinde inmiştir. Hz. Mehdi (a.s.), Hz. İsa (a.s.)‘ı öne geçirmek için arkaya çekilir. HZ. İSA (A.S.) ONUN OMUZLARINA ELİNİ KOYAR VE ONA DER Kİ, “GEÇ ÖNE NAMAZI KILDIR. ZİRA KAMET (NAMAZA BAŞLAMA İŞARETİ) SENİN İÇİN GETİRİLMİŞTİR.” (Ebu Rafi’den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)

    “Hz. İsa (a.s.) semadan nüzul edecek ve onun emirliğini kabul edecektir. HZ. İSA (A.S.)‘A “BİZE NAMAZ KILDIR” DENİLECEK, ANCAK O, “EMİR SİZİN İÇİNİZDEDİR” KARŞILIĞINI VEREREK, “BU ALLAH’IN ÜMMET-İ MUHAMMED’E BİR İKRAMIDIR.” diyecektir.” 
    (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

    Sayın Adnan Oktar 2 Ocak 2011 tarihinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın görevlerini bitirmeden Hz. İsa (a.s.)’la karşılaşmayacağını şöyle anlatmıştır: 

    ADNAN OKTAR: “Hz. İsa (as) dünya siyasetine hakim olacak yani şu an dünya siyasetini aşağı yukarı ele geçirmek üzere, onu da söyleyeyim inşaAllah. Yani geniş çaplı bir çalışması var inşaAllah. Ama Hz. Mehdi (a.s.) vazifesini bitirmeden Hz. Mehdi (a.s.) ile karşılaşmaz. Allah öyle murad etmiş, öyle buyurmuş. Ne zaman görüşeceğiz diye insan sorsa, Hz. İsa (a.s.) sorsa, kaynak hadiste belli, vahiyle bildirilmiş. Nerede görüşülecek? Camide. Nasıl? Namazdan önce. Namazdan sonra konuşacaklardır. Namazdan önce kısa bir görüşmeleri var, namazı kılacaklar, namazdan sonradır. Hz. Mehdi (a.s.)’ın feraset ve basiretini de o gösteriyor, yani Hz. Mehdi (a.s.)’ın, Hz. İsa (a.s.)’ı teşhisteki sürati açısından da çok manidardır bu. Daha Bismillah yeni karşılaşıyorlar, camide, “Selamun Aleykum”, “Aleykum Selam”. “Efendim” diyor, “buyrun namaza”. Bu, Hz. Mehdi (a.s.)’ın basiret ve ferasetinin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Çünkü “ben Hz. İsa (a.s.)’ım Selamun Aleykum” demiyor. Görür görmez tanıyor Hz. Mehdi (a.s.). “Buyrun efendim, namaza geçin” diyor. O da onu görür görmez tanıyor. “Hayır, bu namaz senin için ikame olundu, kamet senin için getirildi, bu ümmete bir ikram olarak”, vahiyle bildiği için, “İmam sensin” diyor. Yoksa efdal olan peygamberdir. Ulu’l-Azm Peygamberdir.

    Allah Hz. Mehdi (a.s.)’ın büyüklüğünü vurgulamak için, Hz. Mehdi (a.s.)’ın yüceliğini göstermek için, bir kısım ahmakların “Alelade Mehdi, sıradan adam, sıradan insan” sözlerini boğazlarına tıkamak için, kemik kafalı beyni tıkanmış bunakları tekzip edecek şekilde, Allah olayı kilitlemiş. Çünkü Ulu’l-Azm bir Peygamber, avamdan herhangi bir insanın arkasında namaz kılmaz. Bunu herkes bilir. Bak, efdaliyet, vahiyle bildirildiği için “sende” diyor, “sensin imam.” Ve Ulu’l-Azm bir Peygamber, ilk defa bakın, dünyada ilk defa, bir veliye tabi oluyor. Ve “ekmeli velayet”tir, “hatem-i veli”dir. Gelmiş geçmiş en büyük velidir Hz. Mehdi (a.s.).”
     (Kanal Avrupa ve Çay TV, 2 Ocak 2011)

    Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 80. sayı (Şubat 2011) 4. sayfada yayınlanmıştır.
  • Mısır'da görünen yeşil atlı siluet Hz. Hızır (a.s.)'dır

    Adnan Oktar'ın Adıyaman Asu TV'deki canlı sohbeti 14 Şubat 2011 22:00

    Bütün Sıkıntıların Kesin Çözümü Allah'a Tevekküldür

    Bütün Sıkıntıların Kesin Çözümü Allah'a Tevekküldür
  • Bütün sıkıntıların çözümü nedir?

  • İnsan sıkıntılardan tamamen kurtulabilir mi?

    Dünyanın dört bir yanında yaşayan milyarlarca insanın her biri farklı hayatlara sahiptir. Pek çoğunun da, kendilerince çeşitli beklentileri ya da sıkıntı olarak adlandırdıkları sorunları vardır. Ve elbetteki her birinin sıkıntısı, istekleri ve beklentileri birbirinden tümüyle farklıdır.

    Farklı şekillerde ortaya çıksa ve farklılıklar gösterse de sıkıntılı bir ruh haline bürünmek insanların büyük çoğunluğunun içerisine düştüğü ‘hayati bir yanılgı’dır. Konu her ne olursa olsun, insanlar yaşadıkları sorunların çözülmesi, isteklerinin gerçekleşmesi ya da sıkıntılarının son bulması için, ‘mutlaka belirli şartların oluşması gerektiğine’ inanırlar. Ve bu şartlar oluştuğunda da, istedikleri sonuca ‘kesin olarak kavuşacaklarını’ düşünürler. Ancak insan tüm bu sıkıntılarından yalnızca imanının gücü ile tamamen kurtulabilir.

    Sebeplere Sarılmak Fakat Sonucu Yaratacak Olanın Allah Olduğunu Unutmamak:

    Kuşkusuz ki dünya hayatı, Allah’ın yarattığı adetullah gereği, belirli sebeplere bağlı olarak yaşanmaktadır. Örneğin bir kariyer hedefi olan insanın, bu yönde emek vermesi, çalışması, kendisini geliştirmesi, tecrübe kazanması ya da belirli bir alanda tahsil yapması gerekir. Bu gibi sebeplere sarılmadan, hiçbir çaba harcamadan oturduğu yerde kariyer sahibi olmayı beklemesi, elbetteki sonuç vermeyecektir. Ya da ciddi bir hastalığı olan bir insanın, hiçbir tedavi görmeden, uzmanlara danışmadan, sadece bekleyerek hastalığının geçmesini düşünmesi mantıklı değildir. Mutlaka Allah’ın kendisine verdiği aklı, bilgiyi ve tecrübeyi kullanarak gereken her türlü tedbiri alması gerekir.

    Ancak her insanın, her bir sorunu için aldığı onca tedbirin, peşinden koştuğu onca detayın arasında unutmaması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Evet, sebeplere uyulması elbetteki çok hayati derecede önemlidir. Bu, Allah’ın insanlara gösterdiği bir yoldur. Ancak Allah’ın yaratması, asla sebeplere bağlı değildir. Allah dilediği an, dilediği kişi için, dilediği sonucu o anda yaratır. İşte insanın onca karmaşa, telaş ve koşuşturma içerisinde asla gaflete düşmemesi gereken gerçek budur. Sonucu yaratacak olan Allah’tır. Beklentileri, istekleri gerçekleştirecek olan Allah’tır. Sıkıntıları kaldıracak, bunun yerine nimet yaratacak olan da yine yalnızca Allah’tır.

    Tek Güç Sahibi Olan Allah’ı Dost ve Veli Edinmek

    Rabbimiz kullarının sıkıntı duyduğu, zorda kaldığı, mutluluk ve sevinç hissettiği olayları yaratarak onları imtihan eder. Bu nedenle insanın, hayatı boyunca karşılaştığı olayları Yüce Allah’ın yarattığını unutarak, Allah`ın dışındaki varlıklara mal etmesi, onlardan yardım dilemesi ve onlarla paylaşması çok anlamsızdır. Çünkü Allah dışındaki varlıklar da Allah tarafından yaratılmışlardır ve O’nun kontrolü dışında asla hareket edemezler. Kısaca Allah’tan başka her şey ve herkes, sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç varlıklardır. Bunların kendilerine ait bir güçleri, kabiliyetleri yoktur; öyle ki kendilerine bile yardıma güç yetiremezler. O halde, Allah’tan başka güvenilecek, yardım umulacak, bir şeyler istenecek, beklenecek kimse yoktur. İşte bu nedenle, yalnızca Allah’tan yardım dilemek, sadece O’na güvenmek, sebeplerden, aracılardan, insanlardan yardım ummamak, Allah’ın yarattıklarını Allah’tan bağımsız bir güç, irade ve etki sahibi olarak görmemek gerekir. Çünkü Kuran’da Yüce Allah kullarına “şahdamarından daha yakın olduğunu”(Kaf Suresi, 16), “gizlinin de gizlisini bildiğini” (Taha Suresi, 7) buyurmuştur. İnsanın kendisini Yaratana ve herkesten gizlediği sırlarını dahi bilen Allah’a sığınması Rabbimiz’e samimi bağlılığın önemli bir göstergesidir.

    Olaylardaki Hikmetleri Düşünmek 

    Dünyadaki imtihan ortamı son derece eksiksiz hazırlanmıştır. Öyle ki karşılaşılan her olay belirli sebeplerle meydana gelir. Her detay, sebep-sonuç ilişkileri içerisinde gerçekleşir ve her olay insan mantığının kavrayabileceği şekilde gelişir. Örneğin, insanların yeryüzü üzerinde durabilmesi yerçekimi kanunuyla açıklanır; yağmurun yağması bulutlar ve rüzgar sayesinde gerçekleşir; ölüm, kaza veya hastalık mutlaka bir sebeple oluşur. Bazı insanlar dünya hayatında karşılaştıkları bu denemeleri hayatın birer gerçeği olarak kabul ederler. “Dediler ki: “(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi “kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.” Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.” (Casiye Suresi,24) ayetinde bildirildiği gibi, yaşadıkları sıkıntıların yalnızca geçen zamanın sebep olduğu birer sorun olduğu kanısındadırlar. Oysa bu kimseler, Allah’ın dilerse insanı hiç yaşlandırmayacağını, dilerse kendilerine hiçbir zor an yaşatmayacağını, doğal afetleri yaratmayacağını ve başlarına gelen iyi kötü herşeyi Allah’ın belli bir hikmetle yarattığını düşünmezler. İman edenler ise, kötü gibi görünen bir olayı ya da zorluk anını, samimiyetlerini, Allah’a olan bağlılıklarını ve tevekküllerini göstermek için güzel bir fırsat olarak değerlendirirler. Dünyada hem zorluklarla hem de nimetlerle denendiklerini ve karşılaştıkları olayların ardında belki o an anlayamadıkları büyük hikmetler ve önemli mesajlar olabileceğini asla akıllarından çıkarmazlar.

    Zorluk ve Sıkıntı Ortamlarında Nefsin İsteklerinden Fedakarlık Edip Sabredebilmek:

    Rabbimiz “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155) ayetiyle dünya hayatında insanların nimetlerle olduğu kadar, sıkıntı ve zorluk ortamlarıyla da karşılaşabileceklerini bildirmiştir. Bir ayette Allah bu durumun bir hikmetini,“Andolsun, Biz sizden cehd edenlerle (çaba harcayanlarla) sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).” (Muhammed Suresi, 31) sözleriyle haber vermiştir.

    Zorluk ortamları, kişilerin içlerinde yaşadıkları asıl karakterlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bir insanın cesur mu yoksa korkak mı, cömert mi yoksa cimri mi olduğu; insaniyetli, vicdanlı, merhametli mi yoksa düşüncesiz ve bencil bir ahlaka mı sahip olduğu hep zor şartlar altında ortaya çıkar. Tüm hayatını, sahip olduğu herşeyi Allah’a adamış, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmek için her türlü fedakarlığı göze almış bir insanın ahlakındaki üstünlük de yine bu şekilde anlaşılır. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırsa karşılaşsın, imanın verdiği şevk, azim ve iradeyle büyük bir sabır gösterir. En zor şartlarda bile elinden gelenin, güç yetirebildiğinin en fazlasını yapmaya, içerisinde bulunduğu zor koşullara rağmen başkalarına yardım etmeye çalışır. Allah’ın bu tür şartları insanları denemek için özel olarak yarattığını, insanın refah içerisindeyken olduğu kadar zorluk içerisindeyken de fedakar bir ahlak göstermekle yükümlü olduğunu bilir. Diğer insanların yaşadığı zor şartları hiç düşünmeden kendi sorunlarıyla oyalanmasının Müslüman ahlakıyla bağdaşmayacağının şuurundadır.

    Sıkıntılardan Kurtulmak İçin Yüce Allah’a Tevekkül Etmek Gerekir 

    Sorunlar, acılar, zorluklar, beklentiler ya da istekler birbirlerinden ne kadar farklı olursa olsun, dünyanın dört bir yanındaki tüm insanların sıkıntılarının çözümü tektir. Çözüm Allah’a yönelmek, Allah’ı çok sevip, Allah’a güvenip, herşeyi Allah’tan istemektedir. Olayların içinde kaybolup bir çıkış yolu aramaktansa, o olaydan dışarı çıkıp, çözüm ve yardımı Allah’tan beklemektedir. Unutmamak gerekir ki;

  • Allah bir kimseyi severse, onu dilediği herkese sevdirir.

  • Allah bir kimseye rahmetini, nimetini açarsa; Allah tüm dünyada, tüm insanlarda ona karşı rahmetiyle ve nimetiyle tecelli eder.

  • Bir insan Allah’ın koruması altında olursa, kimse ona zarar vermeye güç getiremez.

  • Allah bir kimseye mutluluk, neşe, huzur, bereket verirse, hiçbir şey ya da hiçbir insan, bunları engellemeye güç yetiremez.

  • Allah bir insanın yolunu açarsa, bir kişiye kolaylık dilerse, hiçbir olay ya da hiçbir insan bu yolu kapayamaz.

    Dünya üzerinde her nereye gidilirse gidilsin, Allah’tan bağımsız, canlı cansız hiçbir varlık yoktur. Herşey ve herkes Yüce Rabbimiz’e boyun eğmiştir. Her biri, her an Allah’ın emrine uymakta ve Rabbimiz’in buyruğunu yerine getirmektedir. İşte, dünyanın en büyük sorunlarıyla, acılarıyla ya da sıkıntılarıyla yüzleşen bir insanın dahi, bu kesin ve değişmez gerçeği asla unutmaması gerekir.

    Bir insan bu gerçeği bildiği ve bu gerçeğe inanarak yaşadığı takdirde; sorunlar, konular her ne olursa olsun, gerçek çözümün bilgisinin şuurunda olacaktır. Allah’a teslim olup Allah’ı dost ve vekil edinmekten, Allah’a güvenmekten, Allah’tan yardım istemekten ve Allah’ın en güzelini yaratacağından emin olmak, herşeyin tek ve kesin çözümüdür. Elbetteki insan fiili olarak elinden gelen her yolu deneyecek, tüm sebeplere sarılacak, gücünün yettiği en fazla çabayı harcayacaktır. Ama bunların sadece birer dua mahiyetinde olduğunu asla unutmayacak ve çözümün yalnızca Allah’a yönelmek olduğunu bilecektir. Allah Kuran’da pek çok insanın zaman zaman gaflete düştüğü bu önemli gerçeği kullarına şöyle hatırlatmaktadır:

    “… Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” (Hac Suresi, 78)

    SAYIN ADNAN OKTAR ANLATIYOR:

    “Dünyada Yaşanan Bütün Sıkıntı ve Acıların Kaynağı, KURAN‘dan Uzaklaşılmasıdır”


    ADNAN OKTAR: Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra, tabiin, tebbe tabiin ve ondan sonraki asırlarda Peygamberimiz (s.a.v) dünyada “Bir zorluk vardır” diyor. Bir de “ahir zaman iyidir” diyor. Yani Hz. Mehdi (a.s) devri bu devir. “Ondan gerisi zorluklarla doludur” diyor. Aynı dediği gibi olmuştur. Bütün sıkıntının kaynağı Kuran’a ilave veya çıkartma yapılmasından kaynaklanıyor. Yani dünyadaki bütün acının, belanın sırrı burada, başka bir şey yok. Kuran’a ilave yapılması ve çıkartma yapılması. Ya hurafe ile ilave yapıyorlar veyahut “bana vahiy geldi” diyerek ilave yapıyorlar. Bu Babilik var mesela onlarda da öyledir. Bahailerde, onlarda da öyledir. “Bana vahiy geldi” diyor Allah’tan, Bahaullah diye bir şahıs var. “Allah’ın meleğini gördüm bana her şeyi anlattı. Yeni bir kitap geldi bana” diyor. Böyle tipler diyeyim yani, zuhur ediyor hepsi kendisine vahiy geldiği ve hepsi kendisine kitap geldiği iddiasıyla ortaya çıkıyor. Bir tane, iki tane, üç tane değil. Özellikle, bu son yüzyıldan son iki yüzyıldan beri bu yoğunlaştı. “Bana vahiy geldi” diyenden geçilmiyor. Önüne gelen peygamberlik ilan ediyor. Ahir zamanda bu peygamberlik ilanlarının çoğalacağı hadislerde var. Böyle sahte mehdiler sahte İsalar kendisine vahiy geldiğini iddia eden sapkınlar. Şimdi onların bir ara listesini getireyim bu sapıkların, önü arkası yok. Veyahut hurafeler. Hurafe de ayrı bir bela, o da ilave. Kuran’a ilave. Halbuki insanlar tam Kuran ahlakına göre yaşamış olsalar çok mutlu olacaklar. Acayip rahat ederler. Bir de Allah dünyanın mutluluğunu onun üzerine bağlamış. Yani hak gelen Hak Kitaba uyulup uyulmaması. Mesela Hz. Musa (a.s.) devrinde de Tevrat’a uymadılar, çok acı çektirdi Allah. Kırk yıl çölde gezdiler. Hz. Musa (a.s.)’nın devrinde de öyle sapkınlar vardı ve onların yaptığı hatalardan halk da etkilendi tabii, çok olumsuz etkilendiler insanlar. Samimi olarak Hz. Musa (a.s.)’a iman eden çok azdı, Kuran ayeti var. Bu yüzyılda şimdi Kuran ahlakına tam tabi olacakları için rahat edecek insanlar. Bunu hep beraber göreceğiz. Yalnız benim anlattıklarımın güzel yönlerinden bir tanesi de ispatlı olması. Benim dediklerimi göreceğiz. Çünkü şimdiye kadar her dediğimi teker teker herkes gördü...(22 Kasım 2010, Adıyaman Asu TV)

    Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 80. sayı (Şubat 2011) 38. sayfada yayınlanmıştır.
  • Hristiyanların Hz. İsa (as)'nın Haşa Allah'ın Oğlu Olduğuna Dair İnançları Büyük Bir Yanılgıdır -2-

    Hristiyanların Hz. İsa (as)'nın Haşa Allah'ın Oğlu Olduğuna Dair İnançları Büyük Bir Yanılgıdır -2-Hristiyanlıktaki “oğul” ifadesi, tıpkı Tevrat’da olduğu gibi İncil’de de Allah’a kulluk manasında kullanılmaktadır. Hz. İsa (as), elbette ki Allah’ın sevgili kuludur, fakat o, acıkıp yemek yiyen, su içen, yorulunca dinlenen, uyuyan ve yaratılan her varlık gibi ihtiyaç içinde olan bir insandır. Bu gerçek İncil'de çok fazla pasajda ifade edilmiş açık bir gerçektir. (İncil'de Hz. İsa (as)'ın insani vasıfları ve Allah'ın vahyini aktaran bir elçi olması ile ilgili bildirilenleri, buradan okuyabilirsiniz.) Aynı şekilde Allah Kuran'da da, Hz. İsa (as)'ın tüm diğer insanlar gibi ihtiyaç içinde imtihana tabi bir beşer olduğunu haber vermiştir: 

    Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? (Maide Suresi, 75) 

    Salih Hristiyanların bu konuda samimi davranmaları ve bir insana ilahlık atfetmenin Allah'ın adetullahı, Hz. İsa (as)'ın getirdiği Hristiyanlık dini, İncil ve Tevrat'ın hükümleri ile çeliştiğini; aynı zamanda akla ve mantığa aykırı olduğunu da anlamaları gerekmektedir. Gerçek ve hak İncil'e asırlar sonra eklenen böyle bir inancın ciddi bir tehlike olabileceğine ihtimal vermeleri ve bunun üzerinde derin düşünmeleri gerekmektedir. Allah’ın üstün vasıflarını bir insana yüklemeye çalışmanın ve acizliklerle yaratılmış olan bir insanı ilah olarak görmenin ve göstermenin nasıl bir anlamı ve faydası olabilir? Yüce Allah'ın buna kuşkusuz ki ihtiyacı yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz.) Böyle bir yakıştırma, ALLAH’IN KUDRETİNİ VE BÜYÜKLÜĞÜNÜ GEREĞİ GİBİ TAKDİR EDEMEMEK ANLAMINA GELİR. 

    Bütün bunların ötesinde Yüce Allah’ın yeryüzünde insan olarak Zatı ile zuhur etmesi gibi bir fikri, zaten Hristiyanların da istememesi gerekir. Bunu, Yüce Allah’ın şanına yakıştırmamaları gerekir. Allah’ın büyüklüğü, yüceliği, ululuğu, kudreti ve sonsuz gücü Hristiyanlar için bir nimettir. Sonsuz güç sahibi bir Allah’a inanmak mı daha güzeldir, yoksa uyuyan, yemek yiyen, ihtiyaç içinde olan bir insanı ilah edinmek mi? Elbette bunun cevabını tüm Hristiyanlar hemen göreceklerdir. Allah’ın Kendi üstün zatını insanlara tanıtmak için ölümlü ve ihtiyaç içinde olan bir varlıkta yeryüzünde zuhur etmeye ihtiyacı yoktur. (Allah’ı tenzih ederiz) Hristiyan kardeşlerimizin İncil’e akılcı bakmaları ve bütün bunları Allah’ın şanına uygun şekilde değerlendirmeleri gerekmektedir. 

    Bu, Hz. İsa (as)'ın insani vasıflara sahip olması, onun bir peygamber olarak elbette ki değerini düşürecek bir durum değildir. Hz. İsa (as), Yüce Rabbimiz'in değerli ve çok mübarek bir peygamberidir. Allah'ın Katında tüm diğer peygamberler gibi en yüksek ve en kutlu konumdadır. Allah'ın sevgili dostu, yüce peygamberidir. 

    Önemli olan şey, Allah’a -bir ve tek olan Yaratıcımıza- iman etmektir. Allah insanlardan Kendisi’ne şirk koşmadan iman ve kulluk etmelerini ister. İnsanların kulluk edebilmeleri için Allah’ın yeryüzünde bir insan olarak zuhur etmesine ihtiyaç yoktur. Hristiyan kardeşlerimizin, eğer gerçekten samimi bir bakış açısı ile bu konuya yaklaşmak istiyorlarsa, şu soruyu kendilerine yöneltmeleri gerekmektedir: Allah'ın, Hz. İsa (as)’da Zatı olarak tecelli etmemesi Yüce Allah’ın vasıflarından neyi kaybettirir? (Allah’ı tenzih ederiz) İnsanda Allah'ın Zatı olarak tecelli etmemek Allah’ın vasıflarını, üstünlüğünü, güzelliğini eksilten bir şey değildir. Bilakis bu, Allah’ın güzelliğine güzellik katar, O’nun üstün vasıflarının daha iyi ve gereği gibi anlaşılmasını sağlar. Ölümlü, uyuyan, yemek yiyen, acizlikler ve ihtiyaçlar içinde olan bir insana Allah'ın Zatı olarak tecelli yakıştırması yaptıktan sonra, Allah’ın üstün vasıflarını gereği gibi takdir edebilmek nasıl mümkün olabilir? Elbette ki mümkün değildir. 

    Bazı Hristiyanlar, Allah’ın bir insanda haşa İlah olarak tecelli etmesinin, Allah’a ulaşmak, yakınlaşmak ve dua etmek için bir vesile olduğunu iddia etmektedirler. Fakat bu anlayış da Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini gereği gibi takdir edememekten kaynaklanmaktadır. Yüce Allah’ın, yarattığı insanlara ulaşmak için vesilelere ihtiyacı yoktur, ALLAH HER YERDEDİR. Allah bize ŞAHDAMARIMIZDAN DAHA YAKINDIR (Kaf Suresi, 16). Allah, İncil'de de bu gerçeği haber vermiştir: 

    Siz onlara benzemeyin! Çünkü Allah'ınız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O'ndan dilemeden önce bilir. (Matta, 6:8) 

    Allah'ın görmediği hiçbir varlık yoktur. Kendisi'ne hesap vereceğimiz Allah'ın gözleri önünde herşey çıplak ve açıktır.(İbranilere Mektup, 4:13) 

    [Allah Katında] Belli olmayacak gizli hiçbir şey yoktur, bilinmeyecek ve aydınlığa çıkmayacak saklı birşey yoktur.(Luka, 8:17) 

    Yüce Allah, bizim içimizdeki her şeyi, gizlediklerimizi de açığa vurduklarımızı da bilir. Allah gizlinin gizlisini bilendir. Aklımızdan geçen düşünceleri, niyetimizi, isteklerimizi her an gören ve duyandır. Allah’tan gizli hiçbir şey yoktur. Allah Kuran’da belirtmiştir: "... gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim." (Bakara Suresi, 33) Yüce Allah bu gerçeği İncil'de de haber vermiştir: 

    ... Yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen herşey –tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar– O'nda yaratıldı. Herşey O'nun tarafından ve O'nun için yaratıldı. Herşeyden önce var olan O'dur ve herşey varlığını O'nda sürdürmektedir. (Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 1:16-17) 

    Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Allah'a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Allah sizi ödüllendirecektir.(Matta, 6:6) 

    Beş serçe iki meteliğe satılmıyor mu? Ama bunların bir teki bile Allah Katında unutulmuş değildir. Nitekim başınızdaki saçlar bile tek tek sayılıdır... (Luka, 12:6-7) 

    Dolayısıyla Allah’a ulaşmak için bir insanın içinden samimi bir dua etmesi yeterlidir. Her nerede olursa olsun, Allah kişiyi mutlaka duyar, görür ve dilediği takdirde onun duasına icabet eder. Allah, her yeri ve her şeyi sarıp kaplamıştır. O, her an bizimle beraberdir. Dolayısıyla söz konusu Hristiyanların bu iddiası –Allah'ın haşa uzakta göklerde olduğu, Hz. İsa (as)'da Zatı olarak tecelli ederek insanlara yakın olduğu iddiası-, Allah’ın kudretini gereği gibi kavrayıp anlamamaktan kaynaklanan ciddi bir yanılgıdır. 

    Her şeyi yaratan, her şeye ve her yere Hakim olan bir Rabbimiz var. Allah'ın izniyle, Hz. İsa (as)’ın tekrar yeryüzüne gelişi ise çok yakın. Hz. İsa (as) yeryüzüne gelecek ve tüm Hristiyanlar onu sevip bağırlarına basacaklardır. Her şey Hristiyanların lehineyken bu zorlama izahların gereği nedir? Allah’ı insan olarak nitelendirmenin Hristiyanlığa nasıl bir katkısı olabilir? Tam tersine Allah bu tanımlama için Kuran'da, “Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti” (Meryem Suresi, 90) diye haber vermektedir. Hristiyanlar, akılcı değerlendirmeli, Allah’ın yüce kudretine yaraşır bir din anlayışı benimsemelidirler. İncil’de olmayan, dayatma ve baskı ile toplumlara kabul ettirilmiş ve Allah’ın şanına uygun olmayan bir izahın gereksizliğini görmelidirler. Allah’ın oğul edinmeye, insanlarla iletişim için aracılar var etmeye ihtiyacı yoktur (Allah’ı tenzih ederiz). Allah kişi ile kalbi arasındadır, ona şahdamarından daha yakındır. Allah gökte, yerde, insanın yaşamını sürdürdüğü, gördüğü, görmediği her yerdedir. Samimi Hristiyanlar, Allah’ın şanını gereği gibi takdir etmeli, böyle mantıksız ve gereksiz izahlara Allah’ın izin vermeyeceğini bilmelidirler.